top of page
Ara
  • Uğur Hürcan

Dedemin Türküleri

Küçükken hatırladığım melodiler arasında annemin söylediği ninniler ve dedemin mırıldandığı türküler vardı. İkisi de dudaklarının arasından mırıldanırlardı. Huzur dolu ninniler ve sözlerini duyamadığım, anlayamadığım türküler. O türküler bile huzur verirdi. Sigara içerken, gazete okurken ya da yolda yürürken mırıldanırdı türküleri dedem. Daha iyi duymak için yakınlaşsam da anlayamazdım hangi türküyü söylediğini. Çoğu zaman yaklaştığımda anlardı onu dinlediğimi. Nağmeler yapar daha içten mırıldanırdı. O zamanlar soramadım hangi türküleri söylediğini. Dedemle oynadığım gizli, küçük bir oyundu bu. Öyle de kaldı. Ancak büyüdüğümde sorma ihtiyacı hissettim.

Eskisi gibi elimden tutup parka giderken değil de koluma girip hastaneye giderken yolda sordum. ‘’Dede’’ dedim. Kafasını çevirip gözlüğünün üstünden bana baktı. ‘’ Küçükken, beni parka götürürken, evde oyalanırken türküler mırıldanırdın hatırlıyor musun? ’’ dedim. ‘’ Evet, tabi hatırlıyorum ’’ dedi. O kadar da yaşlanmadım demekti bu. ‘’ Hep merak etmiştim hangi türküleri mırıldandığını. Bir türlü de anlayamamıştım.’’ Dedim. Yüzünde gülümseme oluştu. ‘’Doğru, türküler mırıldanırdım.’’ Dedi, ‘’Çoğunun sözlerini hatırlamıyordum. Ondan hep mırıldanırdım. Aklımda sadece melodileri kalmıştı. Çok sevdiğim türkülerin bile. Sonra melodileri de unuttum.’’ Cümlesiyle gülümsemesi de aynı anda sonlanmıştı. Hastaneye gelmiştik. İçeriye girip doktoruna göründü. Çıktıktan sonra eczaneye gidip ilaçlarını aldık.

Yavaş yavaş eve dönerken dedem dönüp; ‘’O türküleri mırıldanmamı hatırlaman çok güzel.’’ Dedi. ‘’ O türküleri küçükken öğrendim.’’ Gözleri dolmuştu. İyice yavaşlamıştık. ‘’Küçükken ben kekemeydim.’’ Dedi. Şaşırmıştım. Dedemi hiç kekelerken veya cümle kurmakta zorlanırken görmemiştim. Şaşırdığımı anladı, devam etti; ‘’Kaç yaşımdaydım hatırlamıyorum, uzun bir süre kekeleyerek konuştum. Köyde 20-25 hane var yok, herkes birbirini tanırdı. O zamanlar soyadı kanunu çıkmış ama köy yerinde hala lakaplar devam ederdi. Osman’ın oğlu Ahmet, Hacı İsmet, Küçük Mustafa. Benim de lakabım Keke Mehmet’di. Oyun oynadığım, zaman geçirdiğim akranlarım konuşmamı taklit eder, dalga geçerlerdi.’’ Gözlerinin dolduğunu görüyordum. ‘’Bir gün teravih namazından çıkıyorduk. Terliklerimi bulamadım bir türlü. Onları ararken kolumdan birisi tuttu, kendine çekti. Muhtarın büyük oğluydu, Küçük Mustafa. ‘’Geçenlerde gördüm, dedi mahalledeki çocuklar senin konuşmanla dalga geçiyor. Ne ezdiriyorsun len kendini’’ dedi. Ben de isterdim ezilmemek ama elden ne gelir, dil dönmüyor ki. Bir şey diyemedim, öyle yüzüne baktım. Konuşsam yine kekeleyerek konuşacaktım. Kızacak diye korktum, konuşmadım. Sakallarını sıvazladı, etrafına bakındı. Aklına bir şey gelmişçesine durdu, gözleri parıldadı. ‘’Gel benimle!’’ dedi. Hızlı hızlı yürümeye başladı, takıldım peşine.

‘’Muhtarın evine geldik. Bahçeye girip arka tarafa dolandık. Küçük bir kulübeye girdik. Köşedeki sandalyeye oturttu beni, o da karşıma geçip duvarda asılı duran sazı aldı eline. ‘’Türkü bilir misin?’’ dedi. Kafamı hayır anlamında salladım. ‘’Ben de bilmem’’ dedi, ‘’Çok da önemi yok. Önemli olan saz. Çalmaya başladığımda sözler kendiliğinden dökülür dudaklarımdan.’’ Sazını çalmaya başladı. Uzun süre çaldı, sözlerini anlamadığım bir şeyler mırıldanmaya başladı. Sonra sesini arttırdı yavaşça. Türkünün sonunu bağıra bağıra söyleyip bitirdi. ‘’ Hadi sen de dene, çalmaya başladığımda kafanda sözler yaz, söylemeye başla.’’ Dedi. Sazı çalmaya başladı. Daha küçücüğüm, nasıl söz yazabilirim ki. Bildiğim, ninnilerden ibaret. Onun az önce söylediği sözleri söylemeye başladım bende. Aklımda Kaldığınca söyledim. Heyecanlıyım ya, dil başladı titremeye. Kekeleye kekeleye bitirdim türküyü. Sazı yerine asıp, ‘’Sana ödev veriyorum.’’ Dedi, ‘’Haftaya kadar ovaya çıkıp bağırarak bu türküyü söyleyeceksin. Anlaştık mı?’’ Anlaştık. Bir hafta boyunca Allahın her günü çıktım ovaya. Bağıra bağıra söyledim türküyü. Nasıl söylüyorum bir görsen, türkü birse ben beş söylüyorum kekeleyerek. Neyse gittim namazdan önce evlerine. Kulübeye geçtik, aldı eline sazını. Bağıra bağıra söyledim türküyü. Çok sevindi beni istekli görünce. ‘’Bir hafta daha ödev veriyorum sana.’’ Dedi. Başka bir türkü ezberletti. Gittim Bir hafta daha ovada söyledim türküleri. Sonraki hafta yine gittim. ‘’Bir ödev daha!’’ dedi. Yine ezberledim türküyü, çıktım ovaya. Böyle epey bir zaman geçti. Bir çok türkü ezberlemiştim. Saz çalmaya da merakım vardı ya, beceremedim bir türlü. Kısmet değilmiş.

En son bir gün ovada türküyü söylüyorum yine. Birinci türkü bitti, ikinciyi söylemeye başladım. O da bitti üçüncüye geçtim derken bir de baktım sözler ağzımdan dökülüveriyor. Bir kere bile kekelemedim. Dünyalar benim oldu. Türkü söyleye söyleye döndüm köye. Nasıl bakıyorlar bana köylüler görmen lazımdı, köyün delisiydim resmen. Umurumda değildi bakışları koşarak türkü söyledim bütün gün.’’ Gözleri ışıldıyordu dedemin. Ağzı kulaklarına varmış gülümsüyor. Dedemi ilk defa böyle görüyordum. ‘’O mırıldandığım türküler onlardı. Çok zaman geçti üstünden. Birer birer unuttum sözlerini. Melodiler kalmıştı bir tek. Onlar da yitti sonra. Yaşlılık işte.’’ Dedi. Eve gelmiştik. Kapıda kendine çekip sarıldı. Teşekkür etti, geçmişi hatırlattığım için. Kapıyı kapatırken yıllar önce duyduğum melodilerden birini mırıldanıyordu.

12 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page